“Çıktım Söğüt Dalına Anda Yedim Üzümü”
Söğütte üzümün ne işi var? diyeceksiniz. İnsanız biz, her yerimizden farklı bir alem beliriyor. Üzülünce başka, sevinince ya da sinirlenince… Bu beliren duygular tıpkı söğüt dalındaki üzüme benziyor işte. Zahiren görünmeyen fakat hakikatte onda olan. Öfke de bizim için hoşgörü de. Acı da bizim için tatlı da. Sevinç de biz için ağlamak da. İlk bakışta birbirine zıt olan fakat aslında birbirinden bağımsız düşünülemeyen bu duygularımızı nasıl anlamalıyız? Onları nerde nasıl kullanmalıyız? Hoşgörülü olmamız gereken yerde öfkeyi nasıl bertaraf etmeliyiz?..
Buna verilecek en iyi cevap “kendini bilmek” olsa gerek. Kendini bilen kendini tanıyan hasletlerine karşı dirayetli olan insan ancak karmakarışık duygularının içinde boğulmaz. Onları karıştırmaz. Nerde nasıl davranması gerektiğini bilir. Ve bunun sonucunda “edepli insan” dediğimiz kavramın hakikatine ulaşır. Nasıl ki evimiz için alışveriş yaparken şeker, bal alıyorsak bunların yanında acı ve tuz da alıyoruz. Çünki onlara da ihtiyacımız var. Onlardan da güzellikler meydana getiriyoruz. İşte tam da burada Allah’ın yeryüzündeki has kullarım dediği insanlar beliriyor. Herkesi olduğu gibi kabul edip ötekileştirmiyor. Onlarada kucak açıp “sende lazımsın bu dünyaya” diyerek onları kazanmaya çalışıyor. Yunus Emre böyle yaptı. Mevlana böyle yaptı. Tabtuk böyle, Şems böyle yaptı. Hepsinin tavırları bu şekildi. Anadolumuz bu şekilde mayalandı. İşte biz ne zaman mayamızda olana, özümüzde olan edebe geri dönersek işte o zaman biz de Yunus’un dediği üzüme ulaşır ve hakikat noktasında ibretle seyrederiz kendimizi. Kendimiz bilip tanıma ümidiyle… Edeple… Hu…
Menba-ı Edep
Shares:
5
4.5