Bismillah
Elhamdülillah
Essalatü vesselamü ala Rasulillah
Rabbimize nihayetsiz hamdü senalar,
Kainatın biricik sevgilisi Rasûlu Ekreme, Salat ve Selam olsun..
Her güzel ahlakın temelinde üç şey vardır der alimlerimiz; İlim, hal ve amel..
Bizlerde Mevla Teâla’nın nimetine sabır ve şükürü, bu üç kavram üzerinde inceleyelim :
İlim, nimeti vereni ve nîmetin O’ndan geldiğini bilmektir.
Hal, verdiği nimete sevinmektir.
Amel, nimeti verenin arzusuna uygun olarak hareket etmektir.
Bu hareketlerimiz, kalp, dil ve diğer azalarımızla olur.
Birinci asıl; İlimdir dedik.
Yani Nimet’i bilmek,
Nimet’i vereni bilmek,
Kendisine nimet olarak verilenin aslında emanet olduğunu bilmek..
Allahu Teala’yı ve O’nun nimetlerini bilen kimse,
güneş, ay ve yıldızların, denizdeki balıklardan, gökteki kuşlara kadar, vücudumuzdaki her bir zerrenin, kaianattaki atomların ve dahi tüm mevcudatın O’nun emrinde ve mülkünde olduğunu bilir.
Musa aleyhisselam :
Yarabbi Adem’i kendi kudretinle yarattın, şöyle böyle nimetler verdin, o bunun şükrünü nasıl ödedi.? diye sordu,
Allahu Teala :
‘Bütün bunların benden olduğunu bilmesi şükürdür,’ buyurdu..
Demek ki şükrün edası, bütün nimetlerin Allah’tan olduğunu bilmekle mümkün olur.
Eğer biz bu konuda tereddüde düşersek, gaflet edersek,
Ne nimeti nimet olarak görür, ne de nimeti vereni bilmiş oluruz..
İkinci asıl; haldir.
Yani nimeti verene karşı saygılı ve sevgili olmaktır.
Nimeti değil, nimeti vereni sevmektir.
Cüneydi Bağdadi Hazretleri :
« Şükür, nefsini o nimete layık görmemektir.. » buyurur..
Ne kadar ince bir düşünce değil mi….
Biz ise bize verilen nimete karşı ne kadar da umursamaz, nankör ve kıymet bilmez olmuşuz..
Bu parmağım daha uzun, şu gözüm daha kısık, dudağım yamuk, kulaklarım büyük, kaşlarım çok kalın, bacaklarım çarpık…..
Ah yaramaz kulluğumuza rağmen verilen nimetlere karşı, ne kadar da muhalefetteyiz değil mi…?
Ama büyüklerimize bakın, ne kadar ince fikirliler..
Kendilerine layık görmüyorlar onca nimeti..
Allah’ım bu kadar nimeti ben hak ediyor muyum.? diye hesabı çekiyorlar nefislerini..
Üçüncü asıl; Nimet’i vereni bilmekten meydana gelen sevincin, amele dökülmesidir.
Bu amel; kalbimizle, dilimizle, fikrimizle ve diğer tüm azalarımızla olur.
Allah’ın verdiği nimetleri rızasına uygun yerde kullanıp, ona isyandan sakındırmakla olur..
Bunca verdiği nimetin hatrına harama bakmayacağız, duymayacağız, konuşmayacağız, açılmayacağız,
koruyacağız, adayacağız, koşturacağız arkadaşlar.!
Neden nimet Allahtan, adanılacak yerler beşere olsun ki.?
Maddi nimetleri harama kullanmayacağız,
Evlat nimetini kötü yolda yetiştirmeyeceğiz,
Bağ bahçe nimetini komşu hakkıyla kirletmeyeceğiz,
Ev nimetini gıybetle yakmayacağız,
Beden nimetini Allahın razı olmadığı yerde yormayacağız.!
Evi olmayan, barakası olmayana bakacak
arabası olmayan, bisikleti olmayana,
bir gözü olmayan iki gözü olmayana bakacak..
Hep durumu kendimizden bir alt derecede olanlara bakmak, şükretmeyi hatırlatacak bize.
Gözlerimiz yükseklerde olmayacak.
Ancak manevi olarak yüksek makamlara rağbet edeceğiz.
İbadette, amelde, ilimde önde olanlara,
Servetini Allah için verenlere,
Ömrünü Allah yolunda sarf edenlere bakacağız..
Efendimiz Aleyhisselam buyurdular ki :
Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.”
(Müslim, Zühd, 64)
Demek bizim hayat dengemiz; şükretmek, sabretmek ve istiğfar etmek olacak.
Her halimizde şükredersek, Allah bizden memnun olur, üzerimizdeki nimetini artırır, kazanırız.
Nimetin varlığında veya yokluğunda da sabredersek kazanırız.
Olur ki ayağımız kaydı, yanlış işler yaptık, o zamanda istiğfar ederiz Rabbim affeder, yine kazanan biz oluruz.
Bu üç şeyi becerebildiğimiz zaman, bizim mutluluğumuz da ibadet.. Ağlamamız da ibadettir..
Rabbimiz şöyle buyurur :
Eğer şükreder, iman ederseniz, Allah sizi niye azaba uğratsın.
Nisa Sûresi / 147
Velhamdü lillahi Rabbil Alemin
5
0.5