[box] Her annenin ağzından hiç düşmeyen bir laf vardır: “ Anne olunca anlarsın!” Evladını dert eden her anne gibi ben de annemden çok kez duydum, bu lafı. Çoğu zaman bu lafın kendini savunmak adına söylendiğini düşünürdüm. Belki yaşımın verdiği vurdumduymaz bir haldi bu, belki de gerçekten anne olmadan bazı şeyleri anlayamıyordum bu yüzden böyle düşünüyordum. Neyse ki, şimdilerde biliyorum annelerin hakkı ödenmez fakat anne olunca neyi anlayacağımı hala bilmiyorum. Belki de annem haklı, “anne olunca…” anlayacağım çünkü bir şeyleri kavrayabilmek için insanın biraz büyümesi gerekiyor. Büyümek derken, beden olarak büyümek değil elbette. Fikir olarak büyümek, gelişmek belki de duygularının büyümesinden bahsediyorum. Bir insan kaç yaşına gelince büyümüş olur ki?[/box]
Annelik kadar kutsal mıdır bilmem ama hayatımda çok şeyi bana anlatan bir kavram daha var: “Dostluk…”
Anneliğin kutsallığı fıtrattan geliyor fakat dostluğu kutsal yapan Allah yolunda bir kardeşlik, zannımca. Sadece bugün değil seni bu dünyada hiçbir faninin hatırlamadığı bir gün geldiğinde Yaradan’a senin için yalvaran bir kişiden bahsediyorum. Dost olmak, mesafelere aldırmadan dosta dua dua yaklaşmak, herkesin uzak sandığı kadar yakın olmaktır.
Hani Hz. Ali (r.a.) diyor ya: “Kendinize Allah yolunda kardeşler edinin. Çünkü onlar dünya için de ahiret için de lazımdır.” Bizim köyde teyzeler böyle gördüğü dostlarına “ahiret bacısı” derdi. Seni Rabbine kavuşturacak yolu yürürken sana destek olan kız kardeş kadar samimi kişi. İşte böylesine derin bir manayı anlamak için gerçekten büyümek gerekiyordu. Böyle bir dostu bulabilmenin şükrünü yeterince büyümemiş bir kişi yerine getirebilir miydi? Dostluğu sadece dar gününde yanında olmak sanan bizler gerçek dostu bulabilir miyiz daha da önemlisi gerçek dost olabilir miyiz? Çünkü dost olmak o kadar kolay değil; Ebu Bekirce bir sadıklık ister, sahabe-i kiram gibi samimiyet, İbrahimi bir teslimiyet… Hani, Hz. Ebu Bekir (r.a.) Efendimiz (s.a.v) için ölümü göze alma sebebini açıklıyordu: “Ben ölürsem babam Ebu Kuhafe’nin evi ağlar ama sen ölürsen Ya Resulullah bu ümmet ağlar, bu din ağlar, varlık aleminin tamamı ağlar.” Böylesine bir sevda, böylesine bir muhabbetti, dostluk. Dost olmak, sahabe gibi anam babam sana feda olsun demekti ama sadece sözde değil er meydanına çıkınca da aynı gür sesle haykırmaktı… Hz. İbrahim gibi araya kimseyi katmadan sadece dostu istemekti.
Dost bellediklerinin sadece derdiyle dertlenmek değil, mutluluğuna da eşlik edebilmekti, dostluk. Tefani sırrına ermek, kendi nefsini terk edip kardeşinin meziyetine sevinmekti. Haset duygusunu yenip dostunu kendine tercih etmek kolay değildi, elbette. Dost bulmak, dost olmak zordu. Defalarca imtihanlardan geçecektik ve anlayacaktık, hakiki dost muyuz değil miyiz Yaradan’a, Resulullah’a ve ümmete?.. Belki de bu yüzden dostluk bir iman meselesiydi. Böylesine bir meseleyi anlayabilmek için büyümek hatta belki bir annenin duygularını hissetmek gerekiyordu.
4.5